27 Haziran 2011 Pazartesi

BİZE DÜŞEN YAŞAMAK

Uzun zaman önceydi. Baharın kendisini hissettirmeye başladığı Nisan ayının 21’idi o gün.
O ılık bahar akşamında, Sadri Alışık tiyatro ödüllerinin dağıtılacağı muhteşem geceye davetliydim. Salonda inanılmaz güzel bir atmosfer vardı.

Sahne son derece şık dizayn edilmiş , birbirinden şık ve alımlı sanatçılar, duayenler, genç oyuncular ve seyirciler yerlerini almışlardı.

Çolpan İlhan, her zaman ki zerafeti ve asil tavırlarıyla, torunu Sadri ise, sempatik hali ve güler yüzüyle mükemmel bir ev sahibiydiler. Ödül Töreni’nin başlamasıyla salonu bir heyecan dalgası sardı.

Sıra Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu'na geldiğinde nefesler tutulmuş, tiyatro sahnelerinin duayeni Yıldız Kenter'in adı anons edilmişti. Herkes ayağa kalkmış, salon alkış seslerinden inliyordu.

Oynadığı her rolü yüreğiyle, ruhuyla oynayan, yüzünde yılların yaşanmışlıklarının izlerini taşıyan, gözlerindeki hüznün mutlulukla armoni olduğu her halinden belli olan, alımlı kadın sahneye çıktı. Güzel sanatçı, heyecanla sahnede ki yerini aldı. Çok güzel bir şiiri, kendi tarzı ve kendi yorumuyla okuması herkesi çok duygulandırmıştı.

Kim’di, YILDIZ KENTER?

O yılların eskitemediği yüzü, mütevaziliğini asla kaybetmeyen tarzı ile farklı bir havası olan, olağanüstü yetenekli, sıra dışı bu kadın kim’di?
Kurtuluş Savaşı yılları… Fransızlar, İngilizler, Yunanlılar, İtalyanlar ülkeyi paylaşma derdine düşmüş, halk yokluk ve sefalet içinde perişandır.
O yıllarda yurtdışında eğitim yapabilmek hem çok zor, hem de olası değildir. Böylesi bir zoru başarmıştır Ahmet Naci Özer Bey..
Babası Niğde eşrafından Mehmet Galip Bey, Selanik'te Adliye müfettişliği yapmış, İttihat Terakkinin önderlerindendir.
Oğlunu, İngiltere’ye Glasgow Üniversitesine Elektrik Mühendisliği okuması için yollar.

Başarılı bir öğrenci olan Ahmet Naci, mezun olmasına kısa bir zaman kala güzeller güzeli İngiliz kızı Olga Cynthia ile tanışır.
Görür görmez aşık olmanın ne demek olduğunu, işte o an anlar Ahmet Naci Bey. Çok kısa bir zaman sonra, Olga'ya evlenme teklif eder.
Teklife çok heyecanlanan bu güzel İngiliz Kızı, Ahmet Naci'ye ‘’ Ama Jack var.’’ diye cevap verir. Bu cevaba şaşıran genç hariciyeci, '' Jack'da kim?'' diye sorunca, Jack’in Olga’ nın 16 yaşında anne babasını kaybedip, babaannesinin rızasıyla evlendiği ve o dönem harbe gidip dönmeyen kocasından olan oğlu olduğunu öğrenir. Ahmet Naci Bey Olga Cynthia’yı o kadar sever ki ''Hiç sorun değil.'' der ve ailenin Türkiye yolculuğu başlar.
Orient Ekspres'le Sirkeci Garı'na gelen aile, vapura binip Üsküdar'a geçer..İstanbul’un ve Boğaz'ın güzelliğine hayran kalan Olga, faytonla Çamlıca'ya sevdiği adamın ailesinin yaşadığı köşk'e gelir.
Kabusun başlayacağı, ailenin kabul etmediği gelin olmanın ne anlama geldiğini öğreneceği köşk'e.
Olga sevdiği adam uğruna her şeye göğüs gerer. İlk önce, Olga ismi Nadide ile değiştirilir ve ardından Nadide müslüman olur.Gün gelir kocasına olan aşkından dolayı çarşafa girmeyi bile kabul eder Nadide Hanım.
Vatanına dönen Ahmet Naci Bey, Hariciye memuru olarak göreve başlar, Lozan'da İnönü'nün Özel kalem müdürlüğünü yapar. Gelecek vaat eden bu genç hariciyenin hayatı, o dönem ''Hariciyecilerin eşi yabancı olamaz.'' diye çıkan bir kanunla altüst olur. İsmet İnönü'nün ''Eşinden boşan, ama birlikte yaşa.'' önerisini, Ahmet Naci Bey kabul etmez ve Dışişlerinden ayrılmak zorunda kalır.

Ahmet Naci Bey’in işinden ayrılmasının yarattığı sıkıntıya birde evde ki huzursuzluklar eklenmiştir. Bu arada doğan oğulları Nedim bile, aile içindeki buzları çözmeye yetmez. Gelinini kabullenemeyen babaanne, torununu severken dahi '' Yarısı yavrumun yarısı, yarısı yılan yavrusu'' diye severek, Nadide'yi kabul etmediğini her fırsatta belirtir.
İşinden ayrılan Ahmet Naci Bey, önce tercümanlık yapmaya başlar ardından Ankara'da Ziraat Bakanlığı'nda iş bulur. Mesleğinden uzaklaşan Ahmet Naci Bey ve aile için zor günlerin başlangıcı, işte bu döneme rastlar.

Tarih 11 Ekim 1928’i gösterirken, Köşk'te bir bebek sesi her tarafı çınlatmaya başlar..Bembeyaz elleri, cin gibi gözleri ve minicik bedeniyle Ayşe Yıldız dünyaya gelir. Ayşe Yıldız’ın doğumundan kısa bir zaman sonra Çamlıca’daki köşk satılır.
Ekonomik olarak çöken aile, zor şartlarda hayatlarını sürdürmeye çalışır. Ahmet Naci Bey bu durumu kaldıramayıp kendini içkiye verir. Her ne kadar çocuklarına eşine, sıcak ve sevecen davransa da alkol aileyi mahvetmeye başlar.

Nadide Hanım İngiliz uyruklu olduğu için, İngiliz Hükümeti çocuklara sahip çıkmak ister. Fakat Nadide hanım, kendince ahde vefa duygusuyla hareket ederek, ‘’benim çocuklarım Türk, babaları da Türk, onlar burada babalarının yanında büyüyecekler.’’ diyerek görevlileri kovar. Kocasının onu boşamayı reddederek işinden ayrılmasını unutamayan Nadide Hanım, kocasına bağlılığını ve aşkını böyle ifade ettiğini düşünür...

Altı çocukla birlikte yaşamla mücadele yıllarının üstüne, bir de yokluk ve fakr-ü zaruret eklense dahi, Nadide Hanım’la Ahmet Naci Bey’in aşkları hiç tüketmez.
Çocuklar büyümeye başlamış ve eğitim hayatları ailenin yükünü daha da arttırmıştır. Ayşe Yıldız, ilkokul’da çok parlak bir öğrenci olmasa da, sonraki yıllarda inanılmaz başarılar sağlar.
Ankara Devlet Konservatuarı yıllarında, konservatuarın yüksek bölümünü sınıf atlayarak bitirerek, sonrasında Rockefeller bursuyla Amerika’ya gitme şansını yakalar.. Bu burs, Yıldız Kenter’in hayatında bir dönüm noktası olmuştur..Babasına çok düşkün olan Yıldız Kenter Amerika’ya gitme vakti gelince, babasıyla gereksiz bir tartışma yaşamış ve evden kırgın ayrılmıştır.

Gitmesinden kısa bir zaman sonra Ahmet Naci kızının hasretine dayanamaz, onu çok özlediğini ifade eden bir mektup yazar ve kısa bir zaman sonra Ahmet Naci Bey 61 yaşında vefat eder..Nadide hanım, hayatının aşkını kaybetmenin verdiği üzüntüyü atlatamaz, zatürree gibi bir hastalığa yenik düşer ve hastanede hayatını yitirir..Yıldız Kenter’in gözlerindeki hüzün belki de, anne ve babasının ölümüne yetişememiş olması, o sıkıntılı çocukluk yıllarının yüreğinde acı bir sızı olarak kalmasıdır. Binlerce öğrenci yetiştiren güzel oyuncunun öğrencilerine verdiği en güzel öğüt ise, ‘’Kendinizi tanıyın ve her şeyin farkına vararak yaşamaya çalışın.’’ olmuştur.
Yıldız Kenter’in hepsini olmasa da bir çok oyununu izledim. Gözlerindeki ışıltı ve o derinlere dalan bakışları beni çok etkilemişti.. O gözlerde bir çocuğun sıcaklığı, bir annenin sevecenliği, bir kadının var olma mücadelesi vardı……

‘’İnsanın ortak kaderi doğum, ölüm ve o aradaki zaman, yaşam...
Doğmak, ölmek isteğe bağlı değil...
Ölmek, belki bazen.Bize düşen, yaşamak. Koşullar ne olursa olsun yaşamak...
Ayakta kalmak...Haydi sıyırttın, sıyırttın, hayatta kalabildin zar zor...
Uzun yaşamak, bir ayrıcalık. iyi, güzel...Ama ayakta kalmak, kalabilmek.
Ceza! Müthiş bir ceza! ‘’ YILDIZ KENTER

Sevgiyle kalın

HALE GÜLOĞLU

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder